Ana Sayfa Genel, Gündem, Kültür 13 Kasım 2025 72 Görüntüleme

YEŞİL KAPININ ARDINDAKİ SIR: SELÇUKLU MİMARÎSİNDE IŞIĞIN VE SAYILARIN DİLİ

SELÇUKLU MİMARİSİNDE SAYILARIN GİZEMİ VE MANEVİ İŞARETLERİN DİLİ

 

Denizli’nin Baklan İlçesi’ne bağlı, eski adıyla Çalkebir olarak bilinen Boğaziçi Mahallesi, Selçuklu mimarisinin izlerini günümüze taşıyan ender yerleşimlerden biridir. Mahalledeki tarihi evler, Türk ahşap sanatının zarafetini ve sembollerle örülü gizemli dünyasını yansıtır. Özellikle kapılarda yer alan motifler, yalnızca süsleme değil; inançla yoğrulmuş bir sanat anlayışının sessiz dili gibidir.

 

Türk tamgaları, kültürümüzün bilinmesi ve bilinçli bir şekilde yaşatılması gereken kadim miraslarındandır. Tamga, yalnızca bir işaret değil; içsel yaratımın, kimliğin ve dünya algısının taşa, ahşaba, kumaşa ve gündelik yaşama yansıtılmış hâlidir. Bu nedenle tamgalar, maddi bir iz olmanın ötesinde, inançla ve ruhani kavrayışla sıkı bir bağ içindedir. Türk tarihinde tamgalar çoğu zaman geometrik, kozmolojik ve spiritüel sembollerle ifade edilmiştir.

 

Türk mimarisinde, özellikle Selçuklu döneminin izlerini taşıyan semboller; sayıların, geometrinin ve maneviyatın iç içe geçtiği derin bir anlam dünyası sunar. Bu sembollerde kullanılan her sayı, her çizgi ve her form, yüzlerce yıllık bir inanç geleneğinin sessiz bir anlatıcısı gibidir. Türk kültüründe sayıların dili, çoğu zaman manevi bir rehberliğin kapısını aralar; mükemmellik, Esmaül hüsnanın sırları, sonsuzluk, gibi kavramlar sayısal düzenlemelerle sembolleştirilmiştir.

Bu anlam evreninde “Allah” lafzının ebced hesabındaki sayı değeri olan 66, özel bir konumda yer almış. Aynı şekilde Allah’ın 99 ismi (Esmaül Hüsna) da kimi zaman çiçek motifini andıran dairesel bir düzen içinde   görülürken burada sayılarla ifade edilip    ayrı bir görsel güzellik katmış. Böylece sembol, ilahî düzene bağlanmayı, Allah’a yönelişi ve kozmik bütünlüğü temsil eden bir manevi haritaya dönüşmüş. Türkçede yaygın olarak kullanılan “İşi 66’ya bağlamak” deyimi de bu sembolde doğrudan  yerini bulmuş  bir işi Allah’a emanet etmek, ilahî olana güvenmek anlamını taşır.

 

Sayıların bu şekilde yorumlanışı, inanç sistemlerinde onların yalnızca matematiksel birer değer olmadığını; evrensel düzeni anlama ve manevî yolculuğa ışık tutan işaretler hâline geldiğini gösterir. Kozmik düzenin gizemi, kimi zaman çiçek yapraklarını andıran bir formda, dairesel bir motif içine işlenir. Türk işleme sanatının en büyük sırrı da bu sembolik anlatımın derinliğinde yatar.

 

Ahşap işçiliği ise bu sembolleri yalnızca estetik bir motif olmaktan çıkarıp, insanın ruhsal yolculuğuna açılan kapılar hâline getirir. Her bir motif, hem sanatçının elinden çıkan inceliği hem de geçmişten bugüne taşınan kadim bilgeliği yansıtır. Böylece ahşap üzerinde görülen her çizgi, yüzyıllar boyunca korunan bir sırra, bir duaya, bir manevî bağa dönüşür.

 

Kısacası, Selçuklu estetiğinde sayıların dili; mimariden inanca, sanattan ruhaniyete uzanan geniş bir anlam haritası sunar. Bu semboller, hem Türk sanatının inceliğini hem de insanın içsel yolculuğunun kadim izlerini bugüne taşımaya devam eder.

 

(Konya’daki Şeyh Sadreddin Türbesindeki taştaki simgeler)

Konya’daki Şeyh Sadreddin Türbesi’nin bahçesinde yer alan mermer taş üzerindeki sembolde, altı yapraklı bir çiçek motifi ve köşeli yıldız formu dikkat çekmektedir. Bu motif, Selçuklu döneminin karakteristik özelliklerini yansıtır. Benzer bir sembol, Denizli’nin Boğaziçi Mahallesi’nde de görülmektedir. Buradaki sembolde, çiçek yaprağı biçiminde işlenmiş şekillerle birlikte “altı” ve “dokuz” sayıları, spiritüel geometrinin iç içe geçmiş hâliyle anlatılmıştır. Her iki sembol de benzer anlamlar taşımaktadır. Türk kültüründe bu tür semboller, bir evin ahşap kapısında ya da Selçuklu mimarisinin günümüze ulaşan tarihi evlerinde görülebilir. Bu açıdan bakıldığında, söz konusu köy evi adeta bir “sembol müzesi” niteliğindedir.

 

 

Yeşil Kapının Gizemi

Evin hem dış kapısının hem de iç kapısının yeşile boyanmış olması, yalnızca estetik bir tercih değildir. Yeşil renk, hayatiyeti, diriliği ve ilahi rahmeti simgelerken; aynı zamanda cennete giden yolun dünyadaki kapısı olarak da yorumlanır. Bu nedenle kapının yeşile boyanması, derin bir anlam taşır.

Kapı üzerindeki sembol ise güneş ışınlarının doğrudan dünyaya gelişini, yani kozmik düzeni ve evrenin ilahi aydınlığını temsil eder. On dört bin yılı aşkın süredir Türk inanç kültüründe var olan ışık kültü, burada hem koruyucu hem de yol gösterici bir mana taşır. Işığın karanlığı aydınlatması, Yunus Emre’nin Tapduk Emre dergâhındaki manevi yolculuğunun da başlangıç noktasını hatırlatır.

 

Yunus Emre’nin;

“Bu dünya bir gelindir, yeşil kızıl donanmış;
Kişi yeni geline bakıban doyamaz.”

dizeleri, bu kapıda karşımıza çıkan Türk ışık inancının binlerce yıllık geçmişine işaret eder. Dünya, ışıkla ve renklerle süslenmiş bir gelin gibi tasvir edilir; insan ise bu ilahi güzelliğe bakmaya doyamaz.

Bir diğer şiirinde Yunus Emre şöyle der:

“Dört kitabın mânâsın okudum hâsıl ettim,
Işığa gelince gördüm, bir uzun hece imiş.”

Bu söz, derin bilginin bile aşkın —yani ilahi ışığın— yanında sönük kaldığını anlatır. Tüm ilimler, sonuçta tek bir hakikatin kapısına çıkar: aşkın, nurun ve ışığın kapısı. İşte bu kapının yeşil rengi ve üzerindeki güneş sembolü de bize bu kadim hakikati hatırlatır

 

Hoca Ahmet Yesevî’den Hacı Bektaş Veli’ye uzanan çizgide Türk kültürünün İslâm’a katkısı, sembollerle örülü derin bir öğreti hâline gelmiştir. Bu öğretide yer alan dört kapı, kırklar makamı gibi kavramlar, kapının ikinci bölümünde bir bütünlük içinde anlatılmıştır. Dört karenin üzerine yerleştirilmiş bir kareden oluşan yükselti, sekiz sayısına işaret eder. Sekiz, İslâm inancında cennetin kapı sayısını temsil ederken; dört sayısı ise eşitliği, dengeli düzeni ve hakikatin dört bir yönden kuşatılmışlığını simgeler. Bu kapıdan içeri girenin herkesle eşit kabul edilmesi, adalet ve tevazunun sembolik ifadesidir.

Kırk kare   geometrik sembolde    dört kapı kırk makam  Türk İslam inanç kültüründe insanın geçeceği manevi yolu simgelemiş

Bu yapı, dört kitabın özünü de içinde barındıran bir mânâ kapısıdır. Yunus Emre’nin,
“Dört kitabın mânâsı, budur eğer var ise”
diyerek işaret ettiği gibi, hakikate giden yolun anahtarı bu kapıda saklıdır. Dört kitap, mânâ âlemine açılan bir eşiğe dönüşür; insanın kendi iç kapılarını aralayarak hakikate ulaşmasını simgeler.

Evet, kırklar Türkün inanç kapısıdır.
Ayini Cem ve Kırklar Meclisi:

“Ey erenler bu sırrı dinledim
Huzuru mürşite vardım bu gece
Hakikat sırrını andan aldım
Evliya erkânını gördüm bu gece.”

 

Vahdet-i vücut (ışık) inancına göre ilk Ayini Cem, insanın yaratıldığı Kırklar Meclisi’nde yürütülmüştür. Yeryüzünde icra edilen Ayini Cemler, insanın yaratılışı sırasında arşta toplanan Kırklar Meclisi’nin gerçekleştirdiği o ilk Cem’in dünyadaki tekrarıdır.

 

Kırklar Söylencesi ve Kırklar Meclisi ise bu öğretinin ruhani derinliğini tamamlar. ‘Kırklara karışmak’, ‘kırklanmak’, ‘kırkı çıkmak’ gibi kavramlar; insanın olgunlaşmasını, arınmasını ve manevi bir topluluğa kabulünü anlatır. Kırklar Meclisi, tasavvufi irfanın en yüksek makamlarından biri olarak, insanın içsel yolculuğunda ulaştığı saflaşmış bir bilgelik hâlidir.

 

Bu semboller ve anlatılar, Türk-İslâm düşüncesinin sadece bir inanç değil; aynı zamanda kültür, adalet, eşitlik ve derin bir maneviyat üzerine kurulmuş kadim bir yol olduğunu gösterir.

 

Araştırmacı-Ahmet AKBAY

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Hazır Site by Uzman Tescil