Devlet memuru, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa göre devlet kadrolarında çalışan personel demektir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet memurlarına ‘’kapı kulu’’ deniliyordu. Devlet kurumlarının üst yönetiminde görev yapan personele ise Bürokrat denilmektedir. Siyasi iktidarlar gelir geçer, devletin memurları kalıcıdır. Dolayısı ile devlet memuru ile ayaktadır. Memurun güvencesi yasalarla belirlenmiştir.
Devlet, hukuk çerçevesinde kurum ve kuruluşların organizasyonundan oluşmaktadır. Devleti kuran Millettir. Millet devleti kendisine hizmet etmek için kurmuştur. Ancak zaman içinde devlet, hizmet eden garson devlet veya dümen tutan devlet olma yerine, balyoz devlet olma yolunu seçmektedir. Bunun adı otoriterleşmektir. Ailede otorite babadır. Bu nedenle otoriterliği vurgulamak için ‘’devlet baba’’ tabiri kullanılmaktadır. Vatan ana, devlet babadır. Toplumun algısı bu yöndedir.
Devletin öncelikle bir Anayasasının olması zorunludur. Anayasa da devletin başkenti, bayrağı, dili, şekli, rejimi bellidir. Devletin organları anayasasında yer almaktadır. Yasama, Yürütme ve Yargı bu organların başında gelir. Meclis anayasa çerçevesinde kanunlar çıkarır, yürütme bu kanunlara göre devleti yönetir, yargı da bu kanunlar çerçevesinde yargılama hizmetlerini yerine getirir. Bütün bu hizmetler devletin memurları ve onların üst yönetiminde bulunan bürokratlar vasıtasıyla yapılır. Bu nedenle devletin hakimiyeti bürokrasinin elindedir.
Bürokrasinin patronu devletin yazılı kurallarıdır. Bürokratlar yazılı kurallara sadık kaldıkları sürece siyasal iktidarlar istediklerini yapamazlar. Belli bir devlet kültürüne göre yetişerek liyakat sahibi olan devlet görevlileri yetki noktalarına gelince devleti koruma içgüdüsüne sahip olurlar. Yazılı kurallara bağlı devlet düzeninden taviz vermeyen bürokrat kadrolarını siyasal iktidarlar ‘’bürokratik oligarşi’’ olarak tanımlamaktadırlar. Mesela dışişleri bürokratlarına ‘’Monşerler’’adı verilmiştir. Silahlı Kuvvetlerde ise ‘’Paşalar’’, bürokrasi de Müsteşarlar, yargı da Hakimler ve Savcılar Kurulu devletin egemenleriydiler.
Seçim yoluyla milletin oyları ile iktidara gelen sivil siyasetçiler, seçim meydanlarında seçmene verdikleri vaatleri yerine getirmeye çalışırlar. Ancak bunların devletin yazılı kurallarına uymayanları bürokrasi engeline takılmaktadır. Bürokratlar sivil siyasetin emrinde olmak zorundadırlar. Verilen emirler yasalara uygun değilse, bürokratlar emirin yanlış olduğu yönünde şerh koyarlar ve yine de emri uygulamak zorundadırlar. Çünkü sorumluluk siyasi iktidardadır. Emri uygulamamanın tek çıkar yolu istifa etmektir. Ben bürokratik yaşamımda bir defa istifa yolunu seçmek zorunda kaldım, çekmediğim çile kalmadı.
Çok kritik noktalarda istifa eden bürokratları biliyorum. Mesela Silahlı Kuvvetleri birinci körfez savaşına sokmamak için, Genelkurmay Başkanı Sayın Necip Torumtay istifa etmiştir. AKP’nin Silahlı Kuvvetlere müdahalesine karşı çıkan Komutanlar toplu halde istifa etmişlerdir. Bu tepkiler devleti sarsacak özellikte ve karar vericileri kendisine getirecek nitelikte uyarılardır. Ancak gereği yerine getirilmez ise toplum zamanla bu uyarılara alışmaktadır. Çok önemli olan bu mekanizmalar sıradanlaşmaktadır. Tüketim toplumu haline gelen insanlar hiçbir şeye tepki vermez hale dönüşmektedirler. İstifalar onlar için rutin olaylarmış gibi algılanmaya başlamaktadır.
AK Parti toplumu dönüştürmek iddiasıyla iktidara gelmiş, istediklerini yapma yolunda bürokrasiye takılmıştır. Muhtıra niteliğinde askeri bildiriler ve bir de kapatma davasıyla karşılaşmıştır. Ancak bütün bu engelleri aşarak sahip olduğu halk desteği ile devletin sistemini değiştirmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmesiyle bürokrasinin başından Müsteşarlık makamını kaldırmış ve yerine siyasi olan Bakan Yardımcılıklarını getirmiştir. Kendi tabirlerince ‘’bürokratik oligarşi’’yi kırmışlardır. Bürokraside sarı öküzün verildiği gün işte o gündür.
Tek adam sisteminin ikinci dönem uygulamalarında kontrol elden çıkmaya başlamıştır. Devletin her organında bürokratik oligarşiyi kıranlar hızla devletin ve yasaların içini boşaltmaktadırlar. Bunda da oldukça başarılı olmuşlardır. Bu sistemde TBMM’nin bütün yetkileri elinden alınmıştır. Meclis bütçe hakkı, yasa yapma ve denetim yetkilerini kaybetmiştir. Meclis etkisiz hale gelince muhalefet partileri işin vehametini anlamışlar ama iş işten geçmiştir. Halbuki Parlamenter sistem elden giderken TBMM de bulunarak iktidarın bütün yaptıklarına meşruluk kazandırmışlardır.
TSK tükenmiş, tarım çökmüş, işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon almış başını gitmektedir. Döviz kurları çıldırmış. İğneden ipliğe her şeye zam gelmiş. Halk ne yapacağını şaşırmış durumdadır. Gübre, ilaç, tohum, mazot fiyatları çiftçiyi çileden çıkarmıştır. Türkiye iktidarın değişmesine yetecek enerjiyi üretmiş, ancak yerine getirecek iktidar konusunda enerjisini birleştirememiştir. İçeride sıkışan iktidar, İsrail üzerinden tehlikeli çıkış yolları aramaktadır. Muhalefet topluca hareket etme başarısını gösterememektedir.
Erdoğan’ın sınırladığı alanda siyaset yapmanın adı muhalefet olamaz. Bunun adı, mevcut sistemin uydusu olmaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi devam etsin, Erdoğan kalksın yerine ben oturayım anlayışı da muhalefet yapmak değildir. Gerçek muhalefet, Saray Rejimini kaldırıp, yerine Parlamenter Sistemi getirme mücadelesidir. Bu konu da Musavat Dervişoğlu’nun sözlerini tutarlı buluyorum. Millet İttifakı dağıldıktan sonra, ittifak paydaşı olan partiler, darmadağın olmuşlardır. Siyasette oyun kurma alanını yeniden Erdoğan’a bırakmışlardır. O da dilediği gibi at oynatmaktadır.
(19, Ekim, 2024-Ordu)